Son yıllarda ülkemizin gündemi, her zamankinden daha hızlı değişiyor. Değişim sadece ekonomik dalgalanmalarla sınırlı kalmıyor; toplumsal yapımız, afetler ve siyasi kavgalarla da sarsılıyor. Artan doğal felaketler, deprem, sel ve yangın gibi olaylar sadece can ve mal kaybına neden olmuyor, aynı zamanda halkın ruhunda derin bir kaygı ve umutsuzluk yaratıyor.
Cumhuriyet ile yönetilen bir ülkede, vatandaşın refahı ve huzuru siyasilerin en önemli sorumluluklarından biri olmalıdır. Ne var ki, günümüzde siyasiler kendi aralarında ki anlaşmazlıklar ve çekişmelerle yoğunlaştığı görülüyor. Bu durum, zaman zaman halkın günlük yaşamına ve siyasi algısına yansıyabiliyor. Olaylar, bilgi ve bilinç düzeyi farklı olan kesimlerde kafa karışıklığı yaratabiliyor. Bu nedenle bireylerin doğru ile yanlış arasında karar verirken politik söylemlerin etkisi altında kalma ihtimali doğabiliyor; eleştirel düşünme ve sorgulama yetilerini korumak her zamankinden daha önemli hale geliyor.
Bu tabloda en çok kaybedenler ise gençler. Mustafa Kemal Atatürk, gençliği ülkenin umudu olarak görmüştü. Ne var ki bugün, “umudum gençlik” diyen bir liderin hayali, gençlerin ikinci plana itilmesiyle sarsılıyor. Gençler, eğitimdeki fırsat eşitsizliği, işsizlik ve siyasetin oyunları arasında sıkışıyor; potansiyellerini gösterebilecekleri alanlar giderek daralıyor. Oysa gençlik, sadece geleceğin değil, bugünün de dinamizmidir.
Umutsuzluğun yaygınlaştığı bir ortamda halk, sadece kendi çıkarlarını değil, toplumsal refahı da kaybetme riskiyle karşı karşıya. Bu nedenle, ülkenin yönetiminde akıl ve vicdanın ön plana çıkması, gençlerin özgürce kendilerini ifade edebileceği bir toplum düzeninin kurulması artık bir zorunluluk. Umudu korumak, sadece devletin değil, her bir bireyin görevidir.
Türkiye’nin umudunu yeniden yeşertecek olan, gençliğe yatırım yapmak, bilgiye ve bilince değer vermek, siyasi çekişmeleri bir kenara bırakmaktır. Yoksa umudunu yitiren bir halk, en büyük kaybını sadece bugünde değil, gelecek kuşaklarda da yaşayacaktır.