Elazığ’a yolu düşen herkesin aklına önce bir isim gelir: Harput. Sadece bir semt ya da tarihi bir bölge değildir Harput; adeta geçmişle bugünü birbirine bağlayan bir köprü, taşların diliyle konuşan bir hafıza mekânıdır.

Binlerce yıllık bir yerleşim yeri olan Harput, Urartulardan Bizans’a, Selçuklulardan Osmanlı’ya kadar pek çok medeniyetin izlerini taşır. Yüzyıllar boyunca farklı kültürlerin dokunuşlarıyla şekillenen bu topraklar, bugün hâlâ o çok katmanlı geçmişin izlerini fısıldıyor. Harput Kalesi’nin heybeti, Ulu Camii’nin vakur sessizliği, Arap Baba Türbesi’nin mistik atmosferi… Hepsi bir araya geldiğinde yalnızca taş yapılardan ibaret bir şehir değil, yaşayan bir tarih çıkıyor karşımıza.

Ama Harput’u özel kılan sadece anıtları değil. Harput, bir kültürün doğduğu, türkülerin yankılandığı, geleneklerin kök saldığı bir yer. “Harput musikisi” dediğimiz o içli ezgiler, aslında bu toprakların ruhunun melodilere dökülmüş hâli. Her bir türküsünde biraz gurbet, biraz hasret, biraz da gurur gizli.

Bugün modern Elazığ’ın hızla büyüyen sokaklarından Harput’a çıktığınızda, zaman sanki yavaşlıyor. Taş duvarların arasında dolaşırken, her adımda tarihle yüzleşiyorsunuz. Bir tarafta geçmişin görkemi, diğer tarafta bugünün sessizliği… İşte Harput’un büyüsü burada: İnsan, hem nereden geldiğini hatırlıyor hem de kaybolmaması gereken değerlerin farkına varıyor.

Harput, sadece Elazığ’ın değil, tüm Türkiye’nin ortak mirasıdır. Onu korumak, yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak hepimizin sorumluluğudur. Çünkü şehirler değişir, insanlar göç eder, zaman akar… Ama tarih, bir kez unutulursa geri gelmez.