Kış geldi mi, şehir başka bir sessizliğe bürünür. Camlarımızı kapatır, kombiyi biraz daha açar, kalın montlarımızı giyeriz. Bizim için kış, çoğu zaman sadece bir mevsimdir. Ama bazı insanlar için kış, hayatta kalma mücadelesinin adıdır.
Bir kaldırım kenarında sabahı bekleyen biri vardır. Üzerindeki battaniye ince, ayakkabıları ıslaktır. Bir başka köşede, soğukla yarışarak çalışmaya devam eden insanlar… Eldiveni olmayan eller, sabaha kadar ayakta duran bedenler. Kimse görmez sanırız ama onlar oradadır. Her gün, her gece.
Evsiz kalmak sadece bir çatıyı kaybetmek değildir. Güveni kaybetmektir, sıcaklığı kaybetmektir, “yarın” duygusunu kaybetmektir. Kış bunu daha da ağırlaştırır. Soğuk sadece bedeni değil, insanın içini de üşütür. En zor olan da budur zaten.
Birçoğunun hikâyesini bilmiyoruz. Nasıl düştüler, nerede kırıldılar, kim tutamadı ellerinden… Ama bildiğimiz bir şey var: Hiç kimse sokakta kalmayı hayal ederek uyanmaz hayata. Kimse soğukta çalışmak, ayazda sabahı beklemek istemez.
Bazen bir selam yeter. Bazen sıcak bir çorba, bazen bir çay. Bazen de sadece “yalnız değilsin” demek. Küçük görünen şeyler, soğuk gecelerde kocaman anlamlar taşır. Bir bakış, bir duruş, bir insanlık hali…
Bu kış, biraz daha yavaş yürüyelim. Biraz daha etrafımıza bakalım. Kaldırımlara, duraklara, sokak lambalarının altına… Orada hayat mücadelesi veren insanlar var. Onların da üşüdüğünü, yorulduğunu, umut etmekten vazgeçmemeye çalıştığını unutmayalım.
Belki dünyayı değiştiremeyiz. Ama bir insanın gecesini biraz daha az soğuk yapabiliriz.
Ve bazen, insan olmanın anlamı tam da burada başlar.