Bir zamanlar kültürümüz, köklerimizden süzülen bir nehir gibiydi; insan ilişkilerinde saygı, sohbetlerimizde incelik ve toplumsal yaşamımızda dayanışma ile akardı. “Büyüğe hürmet, küçüğe şefkat” sözleri sadece birer kelime değil, yaşamın ta kendisiydi. Ne yazık ki, bugün bu değerlerin çoğu, modern hayatın hızı ve bireyselleşen toplumun telaşı arasında sessizce kayboluyor.

Çarşıda, sokakta, sosyal medyada artık saygının o eski sıcaklığını hissetmek zor. İnsanlar birbirine sabırsız, tahammülsüz; küçük nezaketler, içten gülüşler, sözün değerini bilen bakışlar artık nadir. Bir kültürün en önemli taşıyıcılarından biri olan saygı, kayboldukça toplumda soğukluk ve yalnızlık çoğalıyor.

Bu yalnızlaşmanın en üzücü yanı, sadece bireysel kayıplar değil; köklü bir kültürün, nesilden nesile aktarılan değerlerin de unutulması. Kültür, sadece geçmişin hatırası değildir; bugün yaşadığımız her davranış, her saygı gösterisi, yarının toplumunu şekillendirir. Saygının eksildiği yerde güven zayıflar, sevgi azalır, insanlar arasındaki bağlar çözülür.

İçimde derin bir hüzün var; çünkü gördüğüm tablo, sadece geçmişten gelen değerleri kaybetmekle kalmıyor, aynı zamanda geleceğimizi de gölgeliyor. İnsanların birbirine verdiği değer azalırken, kültürümüzün zenginliği de soluyor.

Belki hala bir umut var. Bir tebessümle başlayan bir saygı, bir teşekkürle güçlenen bir nezaket zinciri, yeniden kültürümüzü ve insan ilişkilerimizi eski sıcaklığına kavuşturabilir. Ama bunun için önce fark etmek gerekiyor: Saygıyı ve kültürel değerleri kaybettiğimizin farkına varmak ve onları yaşatmak için çaba göstermek…

Unutmayalım ki, kültür bir toplumun kalbidir; saygı ise bu kalbin attığı ritimdir. Eğer kalbimizi sessiz bırakırsak, toplum da sessizleşir.