Elazığ, eğitim seviyesiyle övünen, üniversite mezunu oranıyla zaman zaman gündeme gelen bir şehir. Ancak ne yazık ki kütüphane kullanım verilerine, kitap satış oranlarına ve sosyal yaşamın geneline baktığımızda şehirde okuma kültürünün oldukça geri seviyede olduğunu açıkça görüyoruz.

Bir şehir düşünün… Üniversite öğrencileriyle dolu, eğitimli bir nüfusa sahip ama kitapçılar sinek avlıyor, kütüphaneler boş, okuma etkinlikleri sınırlı katılımla yapılıyor. Elazığ’da insanlar kitap okumayı hâlâ sadece bir ödev, bir zorunluluk gibi görüyor. Sokakta 10 kişiye sorsanız, yıl boyunca bir kitap dahi okumayanların oranı tahmininizden daha yüksek çıkar.

Düşünebiliyor musunuz? TÜİK verilerine göre Türkiye genelinde zaten yılda kişi başına düşen kitap okuma süresi 6 dakika civarındayken, bu ortalamanın dahi altında kalan şehirlerden biriyiz. Elazığ’da okuma alışkanlığı hâlâ belli bir yaşın üzerindeki bireylerde “boş zaman uğraşı” olarak değerlendiriliyor. Gençler ise telefon ekranlarında saatler harcarken, kitaplara ayırdıkları zaman yok denecek kadar az.

Kütüphane Haftası'nda süslü cümlelerle “okumanın önemi” anlatılıyor. Fuarlar kuruluyor ama bu etkinlikler sadece günü kurtarıyor. Asıl mesele olan “okuma kültürünü yaygınlaştırmak” için gerçek adımlar atılmıyor. Mahallelerde halk kütüphaneleri açmak bir başlangıç olabilir ama oraya insan çekmedikçe, kitapları tozdan kurtarmadıkça hiçbir anlamı yok.

Bu şehirde okuma alışkanlığı gelişmediği sürece, toplumsal bilinç de gelişmeyecek, eleştirel düşünce de yeşermeyecek. Bir toplumun aynası onun okuma oranıdır. Biz bu aynaya baktığımızda görmek istemediğimiz bir yüzle karşılaşıyoruz.

Eğer Elazığ kendini gerçekten “kültür şehri” olarak tanımlamak istiyorsa, bu sadece türkülerle, halk oyunlarıyla değil; kitapla, kütüphane ile, düşünce ile olacak.

Kısacası, bu şehir kitapla barışmadıkça, ne sokakları ne zihinleri aydınlanacak.