Uzun süredir Türkiye’nin adalet gündeminde yer alan 10. Yargı Paketi, özellikle cezaevlerinde bulunan mahkumlar ve onların yakınları için büyük bir umut kapısı olmuştu. Günler, haftalar boyunca televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada aynı beklenti yankılandı: “Acaba bu kez gerçekten bir düzenleme gelir mi?”
Paketin içeriğiyle ilgili ortaya atılan her iddia, her kulis bilgisi cezaevlerinde ve dışarıda büyük bir heyecana neden oldu. “İnfaz oranı düşüyor”, “Denetimli serbestlik süresi artıyor”, “Yeni düzenlemelerle binlerce kişi tahliye edilecek”… Bu cümleler sadece bir düzenleme taslağının satır araları değil, aynı zamanda insanların içini ısıtan, umutlarını tazeleyen sözlerdi.
Cezaevlerindeki mahkumlar “belki bu sefer ben de çıkarım” diyerek gün saymaya başladı. Dışarıda onları bekleyen anneler, babalar, eşler ve çocuklar sosyal medyada seslerini duyurmaya, devletin yetkili makamlarına çağrıda bulunmaya koyuldu. Günlerce süren bir beklenti hali, toplumun belirli bir kesiminde adeta psikolojik bir seferberliğe dönüştü.
Ne var ki bir sabah her şey değişti.
Bir açıklama geldi: “Paket kapsamından şu maddeler çıkarıldı, şu düzenlemeler rafa kaldırıldı.”
O an binlerce kişi adeta yerle bir oldu. Cezaevindeki mahkumlar yeniden sessizliğe gömüldü. Gözleri yollarda olan aileler, bu kez gözyaşlarına boğuldu. Ne yazık ki umut bir kez daha yarım bırakıldı. Söylenmeyen ama herkesin hissettiği o büyük cümle sessizce yankılandı: “Yine olmadı.”
Bu süreçte insanların umutlarıyla oynandı. En çok da adalete güvenleri sarsıldı. Çünkü bu mesele sadece bir af ya da indirim meselesi değil, aynı zamanda bir toplumsal yara.
Yıllardır cezaevlerinde kalan, iyi hal gösteren, topluma kazandırılmaya hazır binlerce insan bir umut ışığı bekliyor. Onların aileleri, çocukları, hayatları eksik. Ceza sadece içeridekilere değil, dışarıda onları bekleyenlere de veriliyor.
Şimdi akıllarda bir soru var: Neden?
Neden umut verildi? Neden bu kadar net ifadelerle beklentiler oluşturuldu? Ve neden sonra bu umutlar, hiçbir açıklama yapılmadan ellerinden alındı?
Hukuk bir gün gelir herkese lazım olur. Bu yüzden adalet, sadece mahkeme salonlarında değil; vicdanlarda da tecelli etmelidir. İnsanların umutlarını bu kadar hoyratça tüketmek, yalnızca bireyleri değil, toplumun adalet duygusunu da zedeler.
İktidar, muhalefet ya da bürokrasi… Bu mesele herkesin sorumluluğundadır. Eğer bir düzenleme yapılmayacaksa da bu açıkça ifade edilmelidir. Beklentiler yaratılıp sonra yok sayıldığında, bu yalnızca siyasi değil, insani bir krize dönüşür.
Bugün bir köşe yazısıyla ses veriyoruz. Ama dışarıda milyonlarca kişi sessizce aynı cümleyi düşünüyor:
“Bir umudu bile çok gördüler.”