Başakşehir’de yaşanan kedi vahşeti, sadece bir hayvanın değil, bir toplumun vicdanının katledilmesidir. “Cezve” isimli savunmasız bir kedi, bir insanın eliyle dakikalarca işkenceye maruz kaldı. Kameralar her şeyi kaydetti; görüntüler net, suç sabit. Fail gözaltına alındı, ardından tutuklandı. Adalet Bakanı sosyal medyada “bu suç cezasız kalmayacak” dedi. Fakat bu açıklama bile artık içimizi rahatlatmıyor. Çünkü bu ülkede hayvana şiddet vakalarının çoğu göstermelik cezalarla geçiştiriliyor. “İyi hal”, “sabıkasızlık”, “pişmanlık” gibi sihirli kelimelerle sanıklar elini kolunu sallayarak dışarı çıkıyor. Bu döngü hep aynı: şiddet, tepki, gözaltı, serbestlik. Ve sonra yine unutuluş.

Failin, “kedi bana saldırdı” gibi akıl dışı bir açıklamayla kendini savunmaya çalışması, olayın vahametini daha da büyütüyor. Ne yazık ki bu tür sözler, geçmişte birçok benzer olayda ceza indirimi için bir “koz” olarak değerlendirildi. Bu da gösteriyor ki sorun sadece bireyde değil; sistemde, yaklaşımda, hatta toplumun alışkanlık haline getirdiği sessizlikte. Medya, birkaç gün konuyu gündemde tutuyor. Sosyal medya, hashtag’lerle öfkesini kusuyor. Sonra başka bir gündemle savrulup gidiyoruz. Oysa bu sadece bir "hayvan haberi" değil; bu, insanlığın kendine tuttuğu aynadır.

Hayvana yönelik şiddet, bireysel bir sapkınlık değil; göz yumuldukça cesaretlenen bir şiddet kültürünün sonucudur. Bu kültür, eğitimle kırılmadıkça, yasayla sınırlandırılmadıkça, adaletle hesaplaşmadıkça büyümeye devam edecek. Bugün bir kedi öldürülebiliyorsa, yarın bir çocuk tehdit altında olabilir. Çünkü şiddetin adresi değişir, ama dili aynı kalır.

Bu yüzden artık “hayvana değil, vicdana suikast” diyoruz. Cezve’nin ölümüyle birlikte sadece bir can yitmedi, bir toplumsal sınav daha kaybedildi. Ve bu sınavı geçmek, tweet atmakla değil; kanunları uygulamakla, failleri cezalandırmakla ve en önemlisi vicdanlarımızı uyandırmakla mümkün olacak.