Eğitim... Bir ülkenin geleceğini şekillendiren, kalkınmanın temel taşı olan bir sistem. Ancak Türkiye'de bu sistem uzun süredir bir çıkmazın içinde. Her yıl milyonlarca öğrenci, değişen müfredatlara, sık sık güncellenen sınav sistemlerine ve giderek artan rekabete ayak uydurmaya çalışıyor. Ne yazık ki eğitim artık bilgiyi aktaran bir araç olmaktan çıkmış; adeta hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştür.

Bugün çocuklarımızın ve gençlerimizin en büyük kaygısı “iyi bir okul” ya da “başarılı bir birey” olmaktan çok, sınavda birkaç net daha fazla yapabilmek. Eğitim artık bir gelişim süreci değil; bir yarış pistidir. Kazananlar “başarılı” sayılır, diğerleri ise sistemin kenarına itilir. Oysa eğitim bu kadar dar kalıplara sıkıştırılamayacak kadar derin, kapsamlı ve insani bir süreçtir.

Sistemin en büyük handikaplarından biri de fırsat eşitsizliği. Büyük şehirlerdeki özel okullar ile kırsaldaki bir devlet okulunun imkânları arasında uçurum var. Kaliteli eğitim artık maddi imkânla doğru orantılı hâle geldi. Bu durum, zaten eşitsiz olan toplumsal yapıyı daha da derinleştiriyor. Oysa eğitimin temelinde adalet olmalı. Çünkü bir ülke, tüm evlatlarına eşit şansı veremiyorsa, geleceğini de eşit inşa edemez.

Öğretmenler de bu sistemin mağdurlarından biri. Artan iş yükü, atanamama sorunları, ücret eşitsizlikleri ve mesleki itibarsızlık, onları mesleklerinden soğutuyor. Oysa öğretmen, eğitim sisteminin kalbidir. Onun değer görmediği bir yerde kaliteli eğitimden bahsetmek mümkün değildir.

Bir diğer sorun ise sınav odaklılık. LGS, YKS, KPSS, ALES, YÖKDİL… Her yaş grubuna uygun bir sınav var! Ancak hayat bir sınavdan ibaret değil. Ne yazık ki sistem, çocuklarımızın sosyal yönlerini, sanata, spora, edebiyata olan ilgilerini törpülüyor. Sadece akademik başarıya endekslenen bir sistem, bireyin iç dünyasını besleyemez. Ve ruhunu besleyemeyen birey, hayata sağlıklı bir şekilde katılamaz.

Eğitim reformu sadece yönetmeliklerle, yeni sınav isimleriyle, pilot uygulamalarla yapılmaz. Eğitim reformu, öncelikle zihniyet reformudur. Öğrenciyi yarış atı gibi değil; birey olarak gören, öğretmeni idareye değil; eğitime hizmet ettiren, aileleri sadece sınav sonuçlarında değil; tüm gelişim süreçlerinde sürece dâhil eden bir anlayış gereklidir.

Teknolojinin bu kadar hızlı ilerlediği, bilgiye ulaşmanın bu kadar kolaylaştığı bir çağda biz hâlâ çocuklarımıza ezberletmeyi öğretmenin peşindeysek, bir yerlerde ciddi bir sorun vardır. 21. yüzyılın bireyini, 20. yüzyılın yöntemleriyle yetiştirmeye çalışıyoruz. Oysa dünya değişiyor. Eğitim de değişmeli. Ama önce bakış açımız değişmeli.

Unutmayalım:
Bir ülkenin kaderi, sınıflarda yazılır.
Eğer biz çocuklarımıza hayal kurmayı, sorgulamayı, üretmeyi öğretemezsek; geleceğe dair hiçbir planımızın da karşılığı olmayacaktır.