Fiziksel olarak bileğiniz damardan kesikken o elinizle diğer bileğinizi kesemezsiniz değil mi?

İstanbul’da bir takım olaylar olmuştu. O zamanın insanları için önemli, bizim için sıradan olaylar. Bir sultan gitmiş yerine yenisi gelmişti.

Tahttan indirilen hükümdar, payitahtın yakınlarında bir yerde ikamete mecbur edilmişti. Önceden izin almadan dışarı çıkması ve dahi ziyaretçi kabul etmesi yasaktı. Dört emektarı hariç bütün yakınlarından da ayırmışlardı onu. Ne yapacağını bilemez durumdaydı adamcağız. İmparatorluk için büyük hayalleri vardı, ilerlemeye ve eski azametin geri geleceğine dair umutları vardı. Herkes tarafından sevildiğini sanmıştı, çünkü hep öyle davranılmıştı, çimdi etrafını saran sessizliğe anlam veremiyordu. Eski üzüntüleri zihninde ayaklanıyordu. Yakın adamlarını iyi seçememişti, hep kötü tavsiyelerde bulunulmuş, cömertliğinden faydalanmışlardı, evet, hepsi ona ihanet etmişti!

Odasına kapanmıştı. “Biliyorum artık kimse bana itaat etmek istemiyor, ama buraya zorla girmeye kalkışan olursa, kendi ellerimle boğarım!” demesi üzerine bütün bir gece ve sabah yalnız bırakmışlardı onu. Yemek vakti gelince kapıyı çalmışlardı, cevap bile vermemişti. Kaygılanmışlardı, ama emirlerine karşı gelmeye kim cüret edebilirdi?

Bu dünyada ona öfkesini uyandırmadan karşı gelebilecek tek kişi vardı, sevgili yavrusu, kızı İffet. Derin bir şefkat bağı vardı aralarında, sultan, kızının hiçbir isteğini ikiletmezdi. Korkmadan devrik hükümdarın odasına girebilecek tek kişi oydu.

Yeni idareden izinler alındı, sonra kız getirildi. İffet önce tokmağı usulca çevirmeye çalıştı ama kapı açılmadı. İçeri seslendi: Baba, benim İffet, yalnızım. Cevap gelmedi. Kız titreyerek, tüm sorumluluğu üzerine alarak muhafızlara kapıyı zorlamalarını emretti. İki güçlü omuz darbesiyle kapı açıldı, muhafızlar içeri dahi bakmadan geri çekildiler.

Kız içeri girdi, tekrar seslendi. “Baba!” İki adım attı. Ve işte o zaman kopardı odanın içinde, koridorda, İstanbul sokaklarında ve giderek İmparatorluk’un dört bir yanında çınlayan çığlığı.

Devrik hükümdarın bilekleri kesilmiş, boğazı morarmıştı. Üzerindeki giysiler kanını çoktan emmişti.

Bir intihar mıydı bu? Hayır olamazdı, iki bilek de kesikti. Bahçeler olası katillerin geçmesine elverişliydi. Gerçek hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Hem kimin umurundaydı ki…

Özellikle Osmanlı donanmasını ihya eden, Darüşşafaka, Darülfünun’u (İstanbul Üniversitesi) açan ve şehrimiz dahi birçok yeni vilayeti imar eden, Mamuretü'l-Aziz ismiyle kurulan adı Elaziz’e ve sonra Elazığ’a evrilen şehrimize ismini veren padişah Sultan Abdulaziz’in hazin sonunu anlattım size.

Ruhu şad olsun.