Fırat’tan Dicle’ye Sarkan Gölge

Ortadoğu coğrafyası, tarih boyunca küresel güçlerin hâkimiyet mücadelesine sahne oldu. Bu mücadele, artık sınırların çok ötesinde; ekonomiden enerjiye, inançtan etnik yapıya kadar birçok boyutta sürüyor. Bugün karşımızda ise yalnızca bir bölgesel çatışma değil, derin bir stratejinin taşları birer birer döşeniyor. Ve bu taşlar, Fırat’ın kıyısından Dicle’nin kenarına kadar uzanıyor. Genişletilmiş İsrail haritalarını inceleyen herkesin fark edebileceği üzere, bu hayal yalnızca Gazze ile sınırlı değil; Suriye’yi, Lübnan’ı, Irak’ı ve nihayetinde Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alan büyük bir hedef söz konusu.
İsrail’in Gazze’de sergilediği saldırganlık, yalnızca bir askeri harekât değil; aynı zamanda bir psikolojik ve jeopolitik operasyondur. Dikkatler Gazze’ye çevrilmişken, İsrail’in asıl amacının Ortadoğu’da kalıcı bir düzen kurmak olduğu artık açıkça görülüyor. Bu düzenin inşasında, Türkiye gibi güçlü devletlerin varlığı ise en büyük engel.
Bugün bazı çevrelerce eleştirilen Türkiye’nin savunma sanayisine yaptığı yatırımların ne kadar hayati olduğu, bölgedeki gelişmelerle birlikte daha net anlaşılır hale geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde son 20 yılda yapılan milli savunma yatırımları, belki de bugün Türkiye’yi potansiyel bir saldırının hedefi olmaktan kurtardı. Bayraktar’lar, Anka’lar, Atak helikopterleri, yerli roket sistemleri, milli savaş gemileri... Bunlar sadece teknoloji değil, aynı zamanda caydırıcılıktır. Güçtür. Bağımsızlıktır.
Bir an için Türkiye’nin savunmasız, zayıf, dışa bağımlı bir ülke olduğunu düşünelim. Gazze’ye saldıran, Lübnan’ı tehdit eden, Suriye’de fiili kontrol alanları kuran İsrail’in, İran’dan önce Türkiye’ye yönelmesi işten bile olmazdı. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) haritalarında yer alan en kritik toprak parçaları, Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusundadır. Bu haritalar, yalnızca masa başında çizilen teoriler değildir. Bugün sahada yaşanan çatışmalar, bu haritaların adım adım hayata geçirilme çabasıdır.
Ancak unuttukları bir şey var: Türkiye, zayıf bir ülke değil. Türkiye, kendisine çizilen senaryolara boyun eğecek bir ülke hiç değil. Bugün İsrail ve destekçileri, Türkiye’ye açıktan cephe alamıyorlarsa, bu doğrudan Türkiye’nin güçlü ordusu, gelişmiş savunma sanayisi ve siyasi kararlılığı sayesindedir. Türkiye, sadece kendi sınırlarını korumuyor; aynı zamanda bölgedeki birçok mazlum halkın da umudu olmayı sürdürüyor. Gazze’de işlenen insanlık suçlarını unutmadık, unutturmayacağız. Bu vahşet karşısında Türkiye’nin sergilediği kararlı duruş, sadece vicdan değil, aynı zamanda stratejik bir direniştir.
BOP, yıllardır farklı isimlerle, kılıflarla ve taktiklerle hayata geçirilmeye çalışılıyor. “Arap Baharı”ndan “terörle mücadele koalisyonlarına” kadar birçok operasyonun asıl amacı, bölgeyi yeniden şekillendirmekti. Ama her seferinde en büyük engel Türkiye oldu. Bugün Türkiye’ye yönelik ekonomik baskılar, diplomatik tuzaklar, içeriden provokasyonlar tam da bu yüzden artıyor. Çünkü bu coğrafyada Türkiye olmadan yeni bir düzen kurmak mümkün değil.
Gelinen noktada, Türkiye’nin sadece askeri değil, diplomatik ve ekonomik gücünü de artırması, milli birliğini ve iç huzurunu sağlamlaştırması hayati önem taşıyor. Çünkü hedefte olan sadece topraklarımız değil, inancımız, değerlerimiz, tarihimiz ve geleceğimizdir.
Bu yüzden bugün milli savunma projelerine ayrılan her kuruş, sadece bir maliyet değil; bir bağımsızlık senedidir. Türkiye, geçmişten bugüne nice fırtınaları atlattı, nice planları boşa çıkardı. Bugün de aynı kararlılıkla yoluna devam etmeli.
Bu topraklar sadece bir ülkenin sınırlarını değil, bir medeniyetin kaderini taşır. Bu yüzden güçlü olmak, sadece bir tercih değil; bir zorunluluktur.