Enflasyon: Cebimizdeki Sessiz Fırtına

Enflasyon… Ekonomik literatürde soğuk bir kelime gibi dursa da aslında hepimizin hayatına dokunan, cebimizde sessizce esen bir fırtına. Market raflarından ev kiralarına, maaşlardan tasarruf planlarına kadar uzanan bu kavram, her geçen gün biraz daha hissedilir hale geliyor.

Bugün artık enflasyon yalnızca ekonomi profesörlerinin tartıştığı bir başlık değil; pazarda, kasada, hatta çocukların harçlıklarında bile somut bir gerçek. Geçen yıl 10 liraya alınan ürünün bu yıl 20 liraya satılması sadece bir fiyat artışı değil, aynı zamanda toplumun refah düzeyine doğrudan etki eden bir adaletsizlik göstergesi.

Sorunun temelinde üretim maliyetlerinin artışı, döviz dalgalanmaları ve dışa bağımlı ekonomi kadar, planlama eksikliği ve kısa vadeli politikalar da var. Üretmeden tüketmeye dayalı bir düzen, enflasyonun en güçlü dostudur. Ne yazık ki bu dostluk yıllardır hiç bozulmuyor.

Enflasyonun en acı tarafı ise sabit gelirli vatandaşın çaresizliği. Maaşlar artıyor ama fiyatlar ondan daha hızlı koşuyor. İnsanlar artık fiyatları değil, gramajları konuşuyor. Eskiden bir paket olan ürün, şimdi “mini” boyutuyla aynı fiyata satılıyor. Yani görünmeyen bir enflasyon da yaşanıyor: sessiz ama etkili.

Oysa kalıcı bir çözüm için, günü kurtaran ekonomik adımlar yerine üretimi artıran, verimliliği destekleyen, israfı önleyen uzun vadeli politikalar gerekiyor. Eğitimden sanayiye, tarımdan teknolojiye kadar tüm alanlarda üretken bir ekonomi modeli oluşturulmadan, bu fırtına dinecek gibi görünmüyor.

Enflasyonun rakamı kadar, insan üzerindeki psikolojik etkisi de büyük. Çünkü fiyat etiketleri sadece ekonomiyi değil, umudu da törpülüyor. Yarın ne olacağını bilememek, gelecek planlarını ertelemek… İşte asıl enflasyon da burada başlıyor: güven kaybında.

Enflasyon sadece bir ekonomik veri değil; toplumsal bir ayna. O aynada yansıyan ise, üretmeden harcayan bir toplumun giderek azalan alım gücü. Bu tabloyu değiştirmek bizim elimizde ama önce, rakamların arkasındaki gerçekleri görmekle başlamalıyız.